18.11.2017

Oatmeal Raisin Cookie Recipe | Yulaflı Üzümlü Kurabiye Tarifi

Miami'deyken Avusturyalı İngilizce öğretmeni Verena'nın evinde tadıp da hayran olduğumuz yulaflı kurabiye tarifini, Verena'nın ultra disiplin abidesi içerik yönlendirmeleri ile aşağıda paylaşıyorum. Hem sağlıklı, hem lezzetli, hem doyurucu acayip harika bir tarif, muhakkak denemenizi tavsiye ederim.

Amerikan mutfak ölçüsü olan "cup" ile gelen tarifi ve bizdeki muadili "su bardağı" oranları ile değiştirdim. Dönüştürmeler aşağı yukarı şu şekilde: 2 cup, 1 su bardağı içerik gibi hesaplanabilir, tabii içeriğin ağırlığı da önem kazanıyor. Daha açık tanımlamalar Cenk Sönmezsoy'un Cafe Fernando blogunda detaylı olarak işlenmiş. İlgili uzantıya buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz. Dönüştürmeleri yaparken bu blogtaki bilgilerden yararlandım.

Tarif


2/3 su bardağı un [1/2si buğday unu, 1/2si yulaf ezmesi]
1 yumurta
1 çay kaşığı kabartma tozu
1 paket vanilya
1/2 çay kaşığı toz tarçın
1/2 çay kaşığı toz zencefil
1/2 çay kaşığı tuz
1/2 su bardağı esmer şeker [ya da 1/3 su bardağı akçaağaç şurubu (maple syrup) ya da pekmez]
1 su bardağı ezilmiş yulaf [granola ya da müsli]
80 gr kuru üzüm [parça çikolata, kuru meyve, yaban mersini gibi farklı tatlar da kullanılabilir]
70 gr terayağı [ya da 1/2 su bardağı sıvıyağ]

Fırını önceden 190 dereceye ayarlayalım.
Fırın tepsisini yağlayalım ya da yağlı kağıt kullanalım.
Un, Kabartma Tozu, Vanilya, Tarçın, Zencefil ve Tuz’u karıştırıp bir kenara koyalım.
Başka bir kapta yağ, şeker ve yumurtayı çırpıp, yulaf ve üzümleri ekleyelim.
Kapları karıştırıp yağlı kağıda istediğimiz ölçülerde dizelim.
18 dakika boyunca önceden ısıtılmış olan fırında pişirelim.

17.11.2017

Beyoğlu'nun en güzel(*) apartmanı | Bir Doğan Apartmanı İncelemesi


Alman Lisesi'nde okurken, okulun Boğaz'a bakan pencereleri tarafında yeşil panjurları, sarı cephesi ile bir zamanlar Pera'nın apartmanlaşma sürecini temsil eden U formlu, avlu bahçe kullanımlı, günümüz İstanbul'unda da hatrı sayılır seveni bulunan Doğan Apartmanı da manzarayı süsleyen muhteşem bir görsel öğeydi. Doğan Apartmanı'na olan ilgim, dolayısıyla 2000'li yılların başında saf bir estetik algısı ile şekillendi diyebilirim. O zamandan beri de kütüphaneler ya da internet üzerinden yapı ile ilgili bulabildiğim bilgileri arşivlerim; ancak geçenlerde, derlediğim bu bilgileri henüz blog'ta paylaşmadığımı fark ettim. Bilgileri, masaüstü dosyalarından ziyade, herkesin erişiminde olabilen bir platformda saklamayı tercih ettiğim için, bu yazı Doğan Apartmanı'nın küçük bir incelemesi ve emlak piyasası özelinde ortaya çıkarılan iç mimari değişkliklerin izlenebildiği bir derleme olarak da okunabilir. 

Bu yazıda; binanın yapılışı, inşa sürecinde kullanılan malzemeler, mimari plan çözümü, bina kullanıcıları ile ilgili detaylı bir incelemeden ziyade; henüz mimar oldmadığım lise öğrenciliği zamanlarından kalan hayranlık çerçevesinde, bina ile ilgili genel bilgiler ve Beyoğlu'nun geçirmekte olduğu soylulaştırma kapsamında özellikle Serdar-ı Ekrem Sokağı ve civarının popüler kültür parçası olması üzerine odaklanılmakta. 


Tarihi


Vaktiyle Yahudi mezarlığının bulunduğu arsanın bir bölümünde yer alan iki katlı, ahşap Mehmed Paşa Konağı ve Topçubaşı Mümin Ağa çeşmesi, Prusya adına 1865 yılında bir Osmanlı vatandaşının aracılığı ile satın alınır. Bugünkü Alman Konsolosluğu ise, konumunun elverişsizliği ileri sürülerek iptal edilen bu alan yerine; Ayaspaşa'daki yeni alana inşa edilir ve Alman ailelerin çoçuk yuvası olarak kullanılan Mehmed Paşa Konağı 1885 yılında tamamen terk edilir ve çok geçmeden de yıkılır.

Arsa, Prusya'nın Tarabya'daki yazlık konutunun inşaasını üstlenen İngiliz firması Constantinople Land and Building Company'ye devredirilir. 1892 yılında inşaasına başlanan, 6650 m2'lik bir alana oturan 49 daireli apartman 1894 yılında tamamlandığında apartmanın sahibi Ali Beyzade Nahid Bey olarak kayıtlara geçer. İnşası sonrası apartmanın bütün daireleri, içlerinde yabancı şirket ve toplulukların memurları, mühendisleri, işadamları ve tüccarları da bulunan çeşitli sınıf ve kademeden kişilere kiralanır.

Apartmanın, 1902 senesinde Belçikalı bir banker ailesi olan Helbig'ler tarafından satın alınmasıyla "Cite Yazıcı" (Yazıcı: bulunduğu sokağın eski adı) veya "Helbig Apartmanı" olarak anılmaya başlar. 1919 senesinde ise Helbig ailesinin varisleri tarafından icra dairesinin açık arttırmasıyla apartman Botton ailesine satılır ve ismi Botton Han olarak değişir. 1929 senesinde binanın ipotek ettirilmesinin ardından, ipoteği devralan Victoria Sigorta şirketi, binayı renove ettirdikten sonra 1942 senesinde Kazım Taşkent'e satar. Binaya, bu son satıştan sonra Kazım Taşkent'in bir kaza sonucu vefat eden oğlu Doğan'ın adı verilir. 1970'lerin başında Demir Toprak firması'na devredilen Doğan Apartmanı, bu tarihten sonra dairelere bölünerek tek tek yeni alıcılara satılır ve bugünkü son halini alır. 


Mimari


Renkli camlarla süslenmiş apartman giriş kapsısından 330 m2 genişliğindeki avluya çıkılır. Binanın sol kanadı, sağ kanadına göre daha uzundur. Avlu kotunun üzerinde 6 konut katı, en üst kat da hizmetliler için ayrılan oda katları yer almaktadır. Avlu kotu, istinat duvarı üzerinde yükselirken, kot farkından ötürü bazı bloklarda bir, bazılarında daha fazla bodrum yapılması zorunlu olmuştur. Avlunun sağ köşesinde bulunan A Blok'ta her katta üç, onun önündeki B Blok'ta ise tek daire bulunur. Avlunun sol köşesinde ise D Blok ve onun önündeki C Blok'ta ise her katta iki daire yer alır. Binada toplam 49 daire bulunur. Her bloğun girişi, bu avluya açılan kapılardan sağlanmaktadır.  

Bina Yeni Barok stilini de kapsayan eklektik bir yapı olarak inşa edilmiştir. Yatay alçı silmeler hem cephelerde; hem de kemerli sıra penceler etrafında görülür. Balkonlar, dökme demir korkuluklar ile çevrilidir. Yığma kagir tuğla duvarların kalınlıkları bodrumlarda bir metreye yaklaşırken, üst katlarda yarım metreyi geçen derinliğe ulaşır. Yapının mimarı bilinmemekle birlikte, apartman planındaki özensiz mimari çözümler ve sokağa bakan cephedeki dairelerin karmaşık iç mimari çözümlenişi, detaylı bir mimari tasarım konusunda şüpheler uyandırır. 

Binanın iç mimari planı, 1935 senesindeki renovasyon sırasında bir hayli değiştirilmiş, mutfaklar küçültülüp, daire içlerine banyolar ilave edilmiştir. Bugün birkaç milyon dolara satılan daireler, bina tarihinden ve bulunduğu dönemden bağımsız olarak farklı iç mimari tasarımlar ile değiştirilmiştir. Aşağıda mevcut yapının farklı stilli dairelerinin görselleri incelenebilir.

Yenilenmiş bir daire içi
Yenilenmiş bir daire içi
Yenilenmiş bir daire içi

Yenilenmiş bir daire içi
Eski bir daire içi
Eski bir daire içi

Günümüz


Galata ve çevresindeki atıl binalar ve içinde bulunduğu sokakların teker teker orta-üst grup dahilinde soylulaştırılması kapsamında, Doğan Apartmanı da yaşanan dönüşümden nasibini almış ve popülerleşen bir tarihi yapı olarak kent hafızasında yer edinmiştir. Beyoğlu'nun öncüleri kucaklayan rol-model semt kimliği, zamanla Cihangir ve Karaköy semtlerine, sonrasında Anadolu Yakası'ndaki Yeldeğirmeni ve Moda'ya kaymıştır. Günümüzde Beyoğlu, bölge içinde yapılan biçimsiz mimari projeler, kullanışsız kentsel tasarım çözümleri ile ziyaretçilerini iten bir hal almış; özellikle Arap turistlere hitap eden işletme sayılarının artmasıyla, yerli ziyaretçilerin daha az uğradığı bir alan haline gelmiştir. Ancak Beyoğlu, bugün geçirmekte olduğu gerileme dönemini, bölge için tasarlanmakta olan yeni sanatsal projeler ile tedavi etme sürecine girmiş ve hem konumu, hem de tarihi dolayısıyla zamanla hak ettiği değere yeniden kavuşacağı günü beklemektedir. 

Bina 100 yılı aşan tarihi dolayısıyla çok defa incelenmiş, filmlere, kitaplara konu olmuş, film sahnelerine ev sahipliği yapmıştır. 2007 senesinde İz Tv'nin hazırlamış olduğu aşağıdaki belgesel, içeriğindeki röportajlar ile bina hakkında daha detaylı ve kullanıcıları ile empati kurabileceğiniz  bilgilere de ulaşabilirsiniz. 

Dipnot: Başlıktaki (*) işareti ile Ahmet Ümit'in "Beyoğlu'nun En Güzel Abisi" kitabına gönderme yapıldığını ifade etmekteyim; zira güzellik zaman ve algı değişkenli bir olgu. Yoksa Beyoğlu; Mısır Apartmanı, Frej Apartmanı, restorasyon (!) öncesi Cercle D'orient ve Narmanlı Han gibi başka "güzel" mimari yapıları  da bünyesinde ağırlamakta.

25.04.2017

Mavi Yolculuk'a övgü...

Yaklaşık 10bin km uzakta, Miami FL sınırları içinde hem tatil; hem iş; hem de gezi yapıyor olsam da; güneşin hissettirdiği sıcaklık; okyanusun dalışa ve yüzmeye çağıran görüntüsü, rüzgârın ılık esintisi ve dalga sesleri eşiliğinde aklıma tek bir şey geliyor: Ege ve Akdeniz kıyılarında mavi yolculuk... Jetlag sonrası yaşanan homesickness vakası da olabilir tabii bu durum. Sonuçta Dominik Cumhuriyeti, Bahamalar, Jamaika, Haiti hep yakın çevremdeki adalar. 

Aile bireylerinin hepsinin kaptan olduğu, büyükbabanın kurduğu bir gemi-makine onarım şirketinin sağladığı denizcilik tecrübeleri, hep konuşulan; ancak harekete geçilmesi için emeklilik yaşının gelmesi beklenen bir hayal… Yelkenli tekne Atlas'ı satın almamız, onun nerede demirleyeceğine karar vermek ve sonrasında gelişen yatırım fikirleri son bir sene içinde yaşadığımız hareketliliğin nedeni sayılabilir. Atlas, Beneteau marka 34 ft (10,4 m) bir yelkenli tekne. Kendisi, İstanbul’dan çıktığı 5 günlük yolculuk sonrası şu anda bağlı olduğu Datça Palamutbükü limanında demirli ve onunla çıkacağımız maceralar için misafirlerini bekliyor.

Beneteau 373 yelkenli tekne planı ve Atlas'ın Symi Port'ta demirli bir fotoğrafı

Dünya turizm literatürüne “Mavi Yolculuk” terimini kazandırmış olan Cevat Şakir Kabaağaçlı (Halikarnas Balıkçısı), Bedri Rahmi Eyüboğlu, Azra Erhat’ın da aralarında olduğu aydınların bir kaçış ve huzur bulma yolculuğu olarak nitelendirebileceğimiz serüvenlerini, karasularımız içinde yaratmış olmaları da kesinlikle bir tesadüf değil. 1950lerde sürgün edilmiş oldukları topraklarda başlattıkları hareketle, günümüzde alternatif bir tatil konsepti oluşmuş durumda. 

Henüz çok yer gezip, ahkâm kesecek tecrübeye erişemedim; ancak mavi yolculuğun Türkiye sınırları içindeki keyfinin başka bir tarifi olduğunu söyleyebilirim. Tepeciklerden sarkan yemyeşil ağaçların, turkuaz-mavi kıyılarla birleşimi insanın seyretmeye ve rahatlamaya doyamayacağı bir manzara. Tekne ile yapılan gezilerde, özellikle yaz aylarındaki kavurucu sıcağı da hissetmiyorsunuz. Deniz üzerindeyken hem serinleten; hem de yüzünüzü okşayan tatlı bir rüzgar, sıcağın yerini alıyor. 

Köklü tarihi geçmişi ve çoğu medeniyetin kurulmasında bir köprü görevi üstlenen Türkiye'nin konumu ise mavi yolculuk yapmak için adeta bitmek tükenmek bilmez fırsatlar sunuyor. Değerlendirmemiz dileğiyle...
Türkiye'de Mavi Yolculuk 

11.04.2017

Cilt ve Vücut Bakımı için | 10 Doğal Malzeme

Cilt ve vücut bakımı için kullanabilecek 10 doğal malzeme ve faydalarını inceleyebileceğiniz yazımın Uplifers sitesindeki yayını için buraya tıklayabilir ya da detayları aşağıdan takip edebilirsiniz.

Farkına varmasak da piyasadan tedarik ettiğimiz bilindik markalara ait cilt bakım ürünleri, içlerinde barındırdıkları koruyucu ve kimyasal maddeler ile gözeneklerimize nüfus ederek uzun süreli sağlık problemlerine sebep olabiliyorlar. Günümüzde bu etkilerin farkında olan ve kendin yap tekniği ile evde, doğal malzemeler ile oluşturulan karışımlarla ciltlerine bakım yapanların paylaşımlarının sayılarında ciddi oranda artış var. Dolayısıyla internet üzerinden birçok öneri karışım bulabilmeniz mümkün. Bu öneriler içinde olmazsa olmaz birkaç temel malzeme ise özellikle dikkatleri çekiyor. Bu yazımda, doğal karışımlarla cildimize uygulayabileceğimiz bakım kürleri için piyasada kolayca temin edebileceğiniz temel malzemeleri ve faydalarını minnoş görseller eşliğinde paylaşmaktayım.

Badem yağı
Saç ve cilt bakımı için son derece faydalı olan badem yağı A, E ve B vitaminleri açısından zengindir. Cildi korur, gözenekleri açar ve nem düzeyini arttırır. Cilt hücrelerinin yenilenmesini sağlamakta ve yaşlılığı geciktirmektedir. Ayrıca günlük, az miktarda badem yağı tüketmenin strese dayalı birçok hastalığı önlediği düşünülmektedir.

Zeytinyağı
İçerdiği yüksek besin değeri dolayısıyla birçok hastalığın tedavisinde neredeyse insanlık tarihi ile eş zamanlı bir kullanım süresi vardır.  E ve K vitaminleri, kalsiyum, demir, sodyum ve potasyum içeren çok faydalı bir üründür. Cilt ve saç bakımı ile sindirim sistemi sağlığını korumak için eski zamanlardan beri yararlanılmaktadır.

Hindistan cevizi yağı
El ve ayak bakımı, cilt bakımı, saç bakımı, diş bakımı, makyaj temizleyici, masaj yağı gibi çeşitli işlevlerde kullanılabilmektedir. Cildi nemlendirici ve yumuşatıcı özelliğe sahiptir. İçerdiği antioksidan malzemeler ile cilt üzerinde oluşan yaşlanma etkilerini azaltır.

Kakao yağı
Kakao yağı çok kuvvetli bir nemlendiricidir. Antioksidan özelliği ve hoş kokusu dolayısıyla birçok cilt bakımı ürününde bulunmaktadır.  Cilt yaralarının daha çabuk iyileşmesini sağlar ve cilde doğal bir parlaklık verir. Güneşin zararlı ışınlarından koruyucu etkiye sahiptir.

Karite yağı (shea butter)
Karite yağının cilt tarafından kolayca emilen ve nemlendiren bir yapısı vardır. Cilt üzerinde koruyucu etkiye sahiptir ve cildin nem dengesini korur. A, D, E ve F vitaminleri yönünden zengindir. Cildi canlandırır, yeniler ve sıkılaştırır.  Kuru saçların bakımında kullanılmaktadır.

Gül suyu
Saf gül suyu cilde son derece faydalı bitkisel içerikli bir sıvıdır. Tıkanmış gözenekleri, ciltte oluşmuş yağı temizler. Cilde parlaklık vererek, oluşan kızarıkların giderilmesine yardımcı olur. Cilt esnekliğini korur ve yaşlanma etkilerini azaltır. Kokusu ile ferahlık ve enerji verir. Antioksidan açısından zengindir. Saçların uzamasında, güçlenmesinde ve yumuşatılmasında etkilidir.

Bal
Balı yiyerek tüketmenin faydalarının yanı sıra, cilt yüzeyinde maske benzeri işlemler için de kullanılmaktadır. Cilt temizliği ve cildin nemlenmesi için oldukça etkilidir. Cildi parlatır, nemlendirir ve sıkılaştırır. Ufak çaplı yanıklarda tedavi edici özelliği bulunmaktadır.

Karbonat
Alkali madde olmasından ötürü ciltte akne, kızarıklık benzeri oluşumları önlemektedir. Bal, yoğurt, bitkisel yağlar gibi malzemelerle karıştırıldığında peeling özelliği görmektedir. Aşındırıcı yapısı dolayısıyla direkt cilt (özellikle yüz) üzerinde kullanımı cildi tahriş edebilir.  Elma sirkesi gibi içinde çözünebileceği malzemeler ile karıştırıldığında doğal tonik görevi üstlenmektedir.

Deniz tuzu
Deniz tuzunu fırça yardımı ile özellikle bacaklar ve ayaklar üzerinde kullanabilir ya da banyo suyunuza ekleyebilirsiniz. Bu şekilde ciltteki matlık; yerini parlak, sıkı ve ipeksi bir görünüme bırakacaktır. Bitkisel yağlar ve bal ile karıştırılarak masaj ile vücuda uygulandığında kan dolaşımını arttırarak cildi canlandırır.

Bitkilerden elde edilen uçucu yağlar
Aromaterapi banyoları ve masajları sırasında az miktarda damlatılması bile kullanıcı üzerinde etkilidir. Direkt solunması veya cilde sürülmesi, tahriş edici etkilere sebep olabileceği için diğer bitkisel içerikli sıvı, kremsi malzemeler ile seyreltilerek kullanılması tavsiye edilmektedir. Piyasada çok çeşitli bitkisel içerikli uçucu yağ tedarik etmek mümkündür. Örneğin lavanta yağı dinlendirici, limon yağı canlandırıcı, okaliptüs yağı kas ağrılarını tedavi edici, orman meyveleri afrodizyak etkili, vanilya yağı ve sandal ağacı yağı sakinleştirici özelliklere sahiptir. 

12.03.2017

Psoas Kası | Esnetmek için 5 Yoga Pozu Önerisi

Uplifers sitesi üzerinde yayınlanan psoas kası ve psoas kasını esnetmek için 5 yoga pozu önerisi yazıma buraya tıklayarak erişebilirsiniz. Daha önceki esneme ve yoga pozları önerileri yazılarıma aldığım yorumlar sonucunda, hayati öneme sahip psoas kası üzerine bir araştırma yapma gereği duydum ve bu yazıyı derledim. Psoas kasının gizemleri ve esnetilmesinin yararları için aşağıdaki bilgilerden faydalanabilirsiniz.
_______

Ruhun kası olarak da bilinen, bel kemiği ve bacaklar arasında konumlanan psoas kası, hareket ve denge gibi birçok bedensel fonksiyonumuzu desteklemektedir. Dans ederken, koşarken, yoga yaparken ya da bilgisayar başında otururken hep psoas kası devrededir; çünkü bu kas grubu gövdemiz ve bacaklarımız arasındaki bağlantı görevini üstlenmekte ve duruşumuzu etkileyerek omurgamızı dengelemektedir. 

Yapılan incelemeler ve araştırmalar, psoas kasının kısalması veya sertleşmesinin bedenin yapısal sorunlarının yanında birçok psikolojik rahatsızlığın temelindeki neden olabileceği şeklinde de yorumlanmaktadır. Psoas kası, bazı temel fiziksel ve duygusal tepkilerimizle yakından ilgilidir; örneğin sıkı bir psoas kası; beynimize, vücudun tehlikede olduğu mesajını iletmektedir. Düzenli olarak iletilen bu tehlike ve stres mesajları, vücuttaki stres hormonu seviyesini arttırarak tükenmiş bir bağışıklık sistemi ve yorgun düşmüş böbreküstü bezlerine sebep olur. 

Bel çukuru olarak bilinen bir postür kusuru olan lordoz, psoas kasının kısalması sonucu oluşan fiziksel bir bozukluktur. Bel ağrısı, diz ağrısı ve hatta eklem ağrıları şeklinde ortaya çıkan bazı fiziksel sorunlar, düzenli şekilde yapılacak olan esneme egzersizleri ile düzeltilebilmektedir. Psoas kasının esnetilmesi ile vücuttaki gerilim azaltılıp, köklenme ve dinginlik arttırılmış olunur. Ayrıca bu kasın gevşek bir durumda olması psikolojik bir rahatlama sağlayarak kişinin ânda kalmasını destekler.
Psoas kası ve vücuttaki konumu
Psoas kasının esnetilmesi veya güçlendirilmesi sırasında kararlılık ve süreklilik çok önemlidir. Sistematik bir şekilde uygulanacak olan rahatlatıcı yoga pozları ile psoas kası üzerinde oluşmuş olan gerginlik azaltılır, kan akışı düzenlenir ve vücutta oluşan stres düzeyinin düşürülmesine yardımcı olunur. 

Psoas kasını esnetmek için aşağıda önerdiğim yoga pozları içinde en az 20 – 30 saniye kadar, sakin bir nefes alışverişi ile kalmaya çaba harcamalısınız. Bu şekilde pozda derinleşerek, duruşun sağlayacağı iyileştirici etkilerden maksimum düzeyde yarar sağlayabilirsiniz.

1. GÜVERCİN // PIGEON // EKA PADA RAJAKAPOTASANA
Güvercin pozu

2. GENİŞ AÇILI OTURARAK ÖNE EĞİLME // WIDE ANGLE SEATED FORWARD BEND //UPAVISTHA KONASANA
Geniş açılı oturarak öne eğilme pozu

3. KERTENKELE // LIZARD // UTTHAN PRISTHASANA
Kertenkele pozu

4. MUTLU BEBEK // HAPPY BABY // ANANDA BALASANA
Mutlu bebek pozu

5. BAŞ İLE DİZE EĞİLME // HEAD TO KNEE FORWARD BEND // JANU SIRSASANA
Baş ile dize eğilme

6.03.2017

Adriyatik'in İncisi | Karadağ ve Dubrovnik Turu Gezisi


Karadağ, harika doğası ve güler yüzlü insanları ile mutlaka görülmesi gereken yerler arasında. Vizesiz giriş kolaylığı ile son dönemde hızla yükselişe geçmekte olan Karadağ turizmi ve yaptığımız gezimize yönelik faydalı bilgileri bu yazımda bir arada bulabilirsiniz. Eylül ayı ortasında gerçekleştirdiğimiz “Karadağ ve Dubrovnik” turumuza ait anları, yeme-içme önerilerini, gezilecek görülecek yerleri, ulaşım ve ücretlendirmeleri fotoğraf ve açıklamalar eşliğinde sizlerle paylaşmaktayım. Bu benim ilk Karadağ ziyaretimdi ve karşılaştığım manzara ve outdoor etkinlik alternatifleri dolayısıyla da son olmayacağını garanti edebilirim. 

Karadağ, 2006 senesinde yapılan referandum ile bağımsızlığını kazanarak Sırbistan’dan ayrılmış eski Yugoslavya’nın 7 ülkesinden biri. Etimolojik kökeni Venedikli Montenegro kelimesine dayanmakta. (Latin: mons “dağ” / niger “kara”) Türkçe’deki kullanımı da direkt çevirisi olan Karadağ şeklinde. Yugoslavya döneminde Karadağ, topluluğun turizm ayağını desteklemekte olduğu için sanayi gelişmemiş durumda. Geçim kaynakları da aynı şekilde turizm olarak devam ediyor. Hormonlu gıda kullanımı son derece az. Dolayısıyla sebze ve meyveler taze ve organik olarak tabir ettiğimiz cinsten. Bizdeki gibi karayolu kenarlarında ya da pazar alanlarındaki tezgâhlarda satışlar yapılmakta. 

Karadağ, yaz saati uygulaması ile Türkiye’den 1 saat geri. (Bu sene kış saati uygulamasına geçmediğimizi hatırlatmak isterim) Kullanılan para birimi Euro (€). Türkiye’den yapılan uçuşlar genellikle Podgorica Havaalanı’na gerçekleştirilmekte. Podgorica, Karadağ’ın başkenti ve en büyük şehri. Tivat şehrinde de bir tane havaalanı bulunmakta; ancak buraya daha çok özel uçak ve jetler iniş yapmaktaymış. 

4 günlük Karadağ seyahatimizde konakladığımız yer Budva şehir merkezindeydi. Gelişen turizm sektörü dolayısıyla otel, hostel ve pansiyonlardaki odalar internet üzerinden de rezerve edilebilmekte. Bütçe ve tercihinize uygun olarak kahvaltı dâhil seçenekli alternatifler arasından da seçimlerinizi yapabilirsiniz. Konaklayacağınız yerin şehir merkezinde olması, otobüs terminaline (Autobuska Stanika) olan mesafeyi azaltacağından Budva’yı ana merkez alıp civar şehirlere yapacağınız gezilerde size zaman kazandıracaktır. 

İlk gün öğleden sonra 4 gibi Podgorica’ya iniş yaptık. Podgorica Havaalanı yeni; ancak son derece küçük. Türklere vize uygulaması olmadığından pasaport kontrolden sorunsuz bir şekilde geçip ülkeye giriş yapılmakta. Havaalanı’ndan Budva’ya taksi ile 30€’ya gidilebilir ya da 10€’ya Podgorica merkeze taksi ile geçip Podgorica’daki otobüs terminalinden Budva’ya 5€’ya gidilebilirsiniz. Otobüs seferlerini internet üzerinden buraya tıklayarak takip edebilirsiniz.

BUDVA

Budva’ya geldikten sonra Old City / Stari Grad turu ile gezimize başladık. Burası Budva’nın tabii ki en otantik ve tarihi bölgesi. Masmavi Adriyatik Denizi ile çevrilmiş yüksek ve korunaklı surlar içinde labirent şeklinde uzanan dar sokaklar, yer yer küçük meydanlara açılmakta. Bir Ortaçağ yerleşkesi olan alanda konaklama ile ticaret işlevleri bir arada yürütülmekte. Alan içindeki Tourist Info’dan yerleşkenin haritasını almakta fayda var.
Budva (Stari Grad)


Ara sokaklarda çokça bistro, restoran ve cafe işletmeleri bulunmakta. İlk akşam için restoran seçimimizi Stari Grad içindeki Pizzeria Sambra’dan yana yaptık ve gayet memnun kaldık. Buradan çıkınca kale surlarını marina yönünün aksine doğru takip edince meşhur Balerin Kız Heykeli’nin bulunduğu kayaya doğru çıkılmakta. Deniz kenarında uzanan patikadan biraz daha yürüyünce de Mogren Plajı’na ulaşabilirsiniz. Niki Gelato dondurmalarının tezgâhlarına da çok sık rastlayacaksınız. “1 top 1€” olan dondurmalardan da fırsat buldukça tatmanızı tavsiye ederim.

TİVAT

Ertesi gün yolculuğumuza turizm alanında adını sıklıkla duymaya başlayacağımız Karadağ’ın özel yatırımlarından Tivat şehrindeki Port Montenegro’yu ziyaret ile başladık. Buraya yine otobüs ile 2€ ödeyerek gidebilirsiniz. Marina içinde çokça yat, yelkenli tekne demirlemiş durumda. Ana cadde üzerinde ünlü markaların mağazaları bulunan Port Montenegro’da konaklama ve otel olarak kullanılan son derece lüks daireler ve kompleksler bulunmakta. Marina içindeki cafe’lerde kahvenizi yudumlarken, teknelerin ve denizin keyfini çıkartabilirsiniz.
Port Montenegro, Tivat


KOTOR

Port Montenegro’dan sonraki durağımız Kotor. Karadağ’a gelirken en çok adını duyduğum yer Kotor Körfezi olmuştu. Burası fiyord benzeri doğal yapısı, dağ ve denizlerin birbiri ile sırt sırta vermiş manzarası ile adeta bir cennet. Kotor’da, Ortaçağ’daki Venedikliler döneminden kalma bir Old City / Stari Grad bulunmakta. Bölgenin ana giriş kapısı üzerinde Tito’nun bir sözü kazılı: “Başkasına ait olanı istemiyoruz; kendimize ait olandan ise asla vazgeçmeyiz.” gibi bir anlamı varmış. Yugoslavya’nın sosyalist bir birliktelik ile başlayan hayalinin; 90’larda kanlı, etnik ve dini savaşlara dönüşmesi, üzerinde düşünülmesi gereken ve bugün bile etkileri hala gözlemlenmekte olan çok önemli tarihi bir olay.
Kotor


İçeri girmeden önce yine Tourist Info’dan bölgenin Türkçe olarak da özel hazırlanmış haritasını alabilirsiniz. Kotor Körfezi son dönemlerde cruise gemilerinin de gözde duraklarından biri olduğu için buradaki Stari Grad, Budva’daki Stari Grad’a göre çok daha kalabalık. Bölgeye tepeden bakan kiliseye yapılacak yürüyüş için ayrıca 3€ gibi bir ücret talep edilmekte; ancak backpacker’lara indirim yapıyorlar. 

Stari Grad gezisinden sonra şehir içinde ufak bir yürüyüş yapıp, bölgenin küçük bir yazlık alan olduğunu teyit ettikten sonra kendinizi Adriyatik’in soğuk sularına atmanın tam vakti geldiğini düşünmeye başlıyorsunuz. Kotor’da sahiller taşlık, deniz bir anda derinleşmekte. Daha çok koyu yeşile dönen bir rengi var; ancak verdiği serinlik hissi ile son derece keyifli. Şezlong, şemsiye ve soyunma kabinleri için herhangi bir ücret talep eden görevlilere de rastlamadık.

PERAST

Kotor’dan sonraki durağımız Perast. Perast’a Kotor’dan 1,5€ gibi bir ücret karşılığı, her yarım saatte bir yapılan otobüs seferleri bulunmakta. Kent, denize paralel konumda küçük bir sahil kasabası olarak konumlanmış. Kotor Körfezi içinde, Perast’ın tam karşısında üzerinde bir manastır bulunan ve ziyarete açık olmayan St. George (Sveti Đorđe) adası ile ve üzerinde katolik kilisesi bulunan Our Lady of the Rocks yapay adası bulunmakta. Adaya 2-3€ karşılığı tekne seferleri düzenlenmekte. Ayrıca kıyıdan kayaking yapabileceğiniz kanolar da kiralanabiliyor. Perast’ta kumsal ya da plajlar yok. Onun yerine, muhtelif aralıklarla deniz içine ahşap veya taş malzemelerle iskeleler yapılmış. Manzara mükemmel, tipik Venedik mimarisi tarzındaki evler ve kilise harika olunca, bize de deniz kıyısında konumlanmış restoranların birine oturup güveçte pişirilmiş midyelerin (Mušlje na Buzari) tadına varmak ve soğuk yerel biralarımızı yudumlamak kalıyor. Perast’tan sonra yine aynı yoldan otobüsler aracılığı ile Budva’ya geri dönebilirsiniz. Ya da körfezi turlayıp, eskiden Kotor’u dış tehlikelerden korumak için boğazın en dar yerine zincir çekilen alandan karşı kıyıya yapılan feribot seferleri ile farklı bir tecrübe yaşayabilirsiniz.
Perast


DUBROVNİK

Bir sonraki gün için hedefimiz Dubrovnik. Hırvatistan, 2013 yılından beri Avrupa Birliği üyesi olduğundan Türk turistlere vize uygulamakta. Perast dönüşü, Budva’daki terminalden aldığımız otobüs biletleri gidiş-dönüş kişi başı 30€. Sabah saat 06:20’de Budva’dan kalkan otobüs, 20:30’da Dubrovnik’ten geri dönmekte. Dolayısıyla günübirlik planlanan bu tur ile nam-ı diğer King’s Landing’i ziyaret etmek için yeterli zamanınız olmuş oluyor. Gümrük ve sınır geçişleri dâhil yaklaşık 3 saat süren yol sonrası, sabah 09:30 gibi Dubrovnik’e vardık. Otobüs terminali şehrin biraz dışında kalıyor; ancak şehir merkezine ulaşım yaya olarak, taksi kullanarak ya da 1a, 1b veya 3 numaralı otobüsler ile yapılabilmekte. Hırvatistan’da Euro değil; Kuna para birimi kullanılıyor. 1 Euro yaklaşık 7,5 Kuna. Terminal’de komisyon ödemeden Euro bozdurabileceğiniz döviz büroları da bulunmakta.


Biz, keşifçi bir birlik olduğumuz için yürüyerek şehri gezmeyi tercih ettik. Ayrıca Old City / Grad’a varmak için elinizde bir harita olmasına da gerek yok; çünkü tabelalar ile yönlendirmeler bulunmakta. Yaklaşık 30-40 dakikalık bir yürüyüş ile Old City’ye ulaşılabilmekte. Otobüs durakları, tur otobüsleri, kiosklar, özel Game of Thrones turları dolayısıyla büyük bir kalabalığın olduğu Pile Gate şehrin dört kapısından biri ve ana giriş kapısı. Bir dip not olarak, Game of Thrones yaratıcı ekibi ile “Neden Dubrovnik?” üzerine yapılmış olan röportaja ait video için buraya tıklayabilirsiniz. 

Şehri zemin düzlemde gezdikten sonra, bir de surların tepesinden kuş bakışı olarak gezmeyi düşünürseniz benim önerim hemen girişteki ilk köşede bulunan Tourist Info’dan 1 günlük Dubrovnik Kart almanız yönünde olacak. 1 günlük Dubrovnik Kart 153 Kuna, yani yaklaşık 20€. Bu kart ile başlı başına 16€ olan şehir surları üzerindeki gezi de dâhil olacak şekilde toplu taşıma araçları kullanımı, müze ziyaretleri ve çeşitli indirim seçenekleri bulunmakta. (Dubrovnik Kart ile yapılabilecekler için buraya tıklayabilirsiniz.) Otobüs bileti de 21 Kuna, yani yaklaşık 3€. Artık matematiği yapıp kartı almanın uygun olup olmayacağına karar verebilirsiniz.


25 metreye kadar yükselen ve yaklaşık 2 km kesintisiz bir şekilde uzanan surlar ile çevrelenmiş Old City / Grad’ı görünce etkilenmemeniz mümkün değil. Her gün, bir önceki güne nazaran gittikçe büyüyen Old City örnekleri ile karşılaşıyor oluşumuz bizleri çok heyecanlandırıyor. Surların köşe noktalarında Bokar, St. John ve Revelin hisarları ile Minčeta Kulesi bulunmakta. Bölgeye girince ilk olarak sizi ana cadde olan Stradun, Church of Holy Savior, Franciscan Monastery ve Onofrio Çeşmesi karşılamakta. 

Franciscan Monastry’nin giriş kapısının solunda gargoyle şeklinde bir yağmur borusu bulunmakta. Eğer ki yüzünüz duvara doğru dönük bu gargoyle üzerine çıkıp üstünüzü çıkardıktan sonra, düşmeden tekrar sokağa doğru dönebilirseniz, dileğinizin kabul olduğuna inanılırmış. Bu eski zamanlardan kalma bir gelenekmiş; ancak gargoyle aşınmaktan o kadar kaygan ve eğimli ki; Onofrio Çeşmesi’nin basamaklarında otururken izleyebildiğimiz kadarıyla bunu başaran maalesef olmadı. 
Dubrovnik, Gargoyle Denemeleri


Surları yürümek için giriş noktası da Churh of Holy Savior’un yanındaki merdivenlerden yapılmakta. Stradun Caddesi’nin sonunda da Orlando Sütunu, Saat Kulesi ve St. Blasius Kilisesi’ne ulaşılmakta. Kiliseyi sağınıza alıp devam ederseniz Rector’s Palace ve Dubrovnik Katedrali’ne varmış oluyorsunuz. Ara sokakları takip ederseniz Gundulic Meydanı, St. Ignatius Kilisesi ve bu kiliseye çıkan merdivenleri görebilirsiniz. Izgara sistemi benzeri ara sokaklarda gezinebilir, yolların sizi yönlendirdiği yeni duraklar ile şehri tanımaya devam edebilirsiniz. 

Şehri gezmeye kısa bir ara verip serinlemek için bir de küçük bir ipucu paylaşayım. Dubrovnik Katedrali’nin yakınındaki kapıdan marinanın olduğu alana çıkıp, uçtaki fenere doğru yürüdüğünüzde, surların hemen yanında duşları da bulunan harika bir yüzme alanı var. Tabii ki burayı da es geçmedik ve kendimizi Adriyatik’in serin sularına bıraktık. 

Dubrovnik’te öğle yemeğimizi Preša isimli yerel halkın da sıklıkla tercih ettiği bir fast food restoranında yedik. Burgerleri oldukça lezizdi. Yanında söylediğimiz limonatalar menüde yazdığı üzere limonlu su şeklinde servis ediliyor ve şekerini siz ekliyorsunuz. Dubrovnik Old City / Grad’tan ayrılmadan önce de gündüzleri pazar kurulan, akşamüzerleri cafelerin kullanımına geçen Gundulic Meydanı’nda bizim yaptığımız gibi aperitivo’larınızı sipariş edip azalan kalabalığın ve şehrin güzelliğinin keyfine varabilirsiniz. Şehirden çıkmadan önce de, kapısında kuyruk olan Sladoledarna Dubrovnik’ten dondurmalarınızı alıp Onofrio Çeşmesi’nin basamaklarında otururken, keyifle müzik yapmakta olan sokak sanatçılarını dinleyebilirsiniz. 


Grad dışında da keşfedilecek pek çok yer bulunmakta. Lokrum Adası, şehri kuşbakışı görmenize olanak sağlayan teleferik (cable car), bir replika olan Karaka teknesi ile yelken seyri, Bokar Hisarı’na komşu olan ve içerisinde iskelesi ve kano kiralama alanlarının da bulunduğu bir koy, denizin üzerinde surlara yapışık konumlanan cafeleri görülecekler listenize ekleyebilirsiniz. Ayrıca Dubrovnik Katedrali’nde bir evlilik kutlamasına da denk geldik. Akordeon, kontrbas, akustik gitar ve herkesin bir ağızdan şarkılar söylediği dev müzik grubu, Dubrovnik eski kentindeki tüm ilgiyi topladı. Davetliler ve turistler, hep birlikte eğlencenin bir parçası olmak ve bu unutulmaz anı yaşamak çok keyifliydi. Düğün yerinde “barjaktar” olarak isimlendirilen bir kişinin de Hırvatistan bayrağı taşınması da geleneklerdenmiş. 

Dubrovnik gezimizin sonunda yorgunluğun da vermiş olduğu rehavet ile toplu taşıma ile terminale geri döndükten sonra 20:30’daki Budva otobüsümüze binip yola koyulduk ve saat 23:30 gibi Budva’ya vardık. Bu arada Budva’nın gece hayatı çok meşhur. Sahil şeridi üzerinde Eyfel Kulesi’nin minyatür bir kopyasının bile olduğu bar ve diskolar bulunmakta. Gece 1’e kadar müzik ve eğlence kesintisiz devam ediyor.

SVETI STEFAN

Dubrovnik gezimizden sonraki gün, Karadağ’ın Adriyatik kıyılarındaki önemli kentlerini gezmeye karar verdiğimiz için Sveti Stefan ve Bar kentine doğru giden bir otobüse atladık. Otobüs bileti satın almanıza ve koltuk numarası verilmesine rağmen; yoğunluktan dolayı minibüs mantığında işleyen bir sistem var. Yol üzerinde de ayakta yolcu alabiliyorlar. Ancak otobüs belirli duraklarda duruyor; yoksa çok ciddi trafik cezaları ödemek durumunda kalıyorlarmış. 

Sveti Stefan; etrafı surlarla kaplı, içerisinde kilise ve taş evlerin olduğu dar bir yürüyüş yolu ile ana karaya bağlanan bir yarım ada. Eski dönemlerde Marilyn Monroe, Sophia Loren, Elizabeth Taylor gibi ünlülerin de konakladığı ada, şu anda otel olarak işletilmekte ve müşteri olmadığınız müddetçe adaya giriş serbest değil. Özgün mimari yapısı ve konumu ile Sveti Stefan, Karadağ’da görülmesi gereken yerlerin başında geliyor.
Sveti Stefan
BAR

Sveti Stefan’dan sonraki durağımız Bar kenti. Bar, kıyı kesime konumlanmış, büyük bir limanı bulunan ve gelişmekte olan bir sahil kenti. Bu limandan İtalya’nın Bari kentine feribot seferleri düzenlenmekte. Sahil şeridi üzerinde cafe’ler ve genişçe yürüme yolları bulunmakta. Liman’a yakın konumdaki King Nikola’s Palace müzesi bölgenin en eski tarihi yapılarından. Bar’dan Belgrat’a giden bir tren yolu da mevcut. Şehre girerken uzaktan altın kubbeleri ile dikkatinizi çeken kilise ise St. John. Karadağ sahil kesimdeki diğer kentler gibi, şehrin arka fondaki dağlar ile uyumu son derece etkileyici. Dağ eteklerine doğru otobüs ya da taksi ile ulaşabileceğiniz bir tane de Old City / Stari Grad bulunmakta. Stari Grad’a yakın bir konumda dünyanın en yaşlı zeytin ağacı olduğu belirtilen Stara Maslina (Old Olive Tree) ziyaret edilebilmekte. Ayrıca Bar kentinde çokça sosyal konut mantığında site şeklinde apartmanlar mevcut; fakat maalesef çok da bakımlı gözükmüyorlardı.
Bar


VIRPAZAR

Bar şehrinden Virpazar kasabasına otobüs ya da tren ile seyahat edebilirsiniz. Virpazar, Balkan Yarımadası’nın en büyük gölü İşkodra (Skadar) kıyısına kurulmuş şirin bir köy. Gölün yarısı Arnavutluk sınırları içinde, yarısı da Karadağ. Doğal güzelliği ve faunası son derece çeşitli. Milli park olarak hizmet veren alana giriş 4€. Kuş gözlemciliği, bisiklet, hiking ve mağara keşifleri yapmak için birçok alternatif arasından seçebileceğiniz outdoor aktiviteleri mevcut. Skadar Gölü’nde ayrıca özel işletmelere ait tekne kiralayarak da yaklaşık 3 saate yakın bir süre gezinebilirsiniz. Tekne ücretleri kişi başı 10€. En meşhur tekne turlarından biri de aile işletmesi olan Boat Milica. Tekne turu sırasında kaptanınızdan hem Karadağ; hem de göl hakkında çeşitli bilgiler edinebilirsiniz. 
Virpazar


Gezilerimiz sonrası tekrar ana üssümüz olan Budva’ya doğru yol aldık ve akşam yemeğini yemek üzere sahil şeridi üzerindeki restoranlardan birine oturduk. Deniz ürünleri yemek için Restaurant Lim’de karar kıldık. Yemekler, sunum ve servis çok keyifliydi. Garsonlar son derece nazikler. Çokça Türk turist geldiğini belirterek; bizden Türkçe olarak “Afiyet olsun” ve “Teşekkürler” nasıl denir öğretmemizi rica ettiler. Fiyatlar gayet uygun. 2 kişilik balık tabağı, salata ve biralar için, bahşiş dâhil 20€ ödedik. Yemek sonrası sahil kesimde karşılıklı konumlanmış dükkânlardan hediyelik eşyalar alabileceğiniz, bar ve diskoların bulunduğu caddeyi yürüyerek Stari Grad’a doğru geçtik. Budva’daki en güzel mekânlardan biri olan Casper’da canlı DJ müziği eşliğinde Karadağ üzümlerinden üretilen roze şaraplarımızı yudumladık. Budva’da geçireceğiniz günler için bir öğle yemeği alternatifi olarak yine Stari Grad içindeki Juice Bar’ı da denemenizi öneririm. Sandwich ve taze sıkılmış meyve suları ile meşhur olan cafe’deki yemeklerin tatları son derece lezzetli ve doyurucu. Ayrıca vejetaryen değilseniz, yine yöreye özgü meşhur kuru et (kastradina) de mutlaka denemeniz tavsiye edilen tatlar arasında. 


BUDVA PLAJLARI

Karadağ’daki son günümüzde Budva plajlarını keşfe çıktık. Budva merkezdeki sahil şeridinde (Slovenska Plaza) yüzebileceğiniz gibi yakın çevrede keşfedilmeyi bekleyen çokça plaj da bulunmakta. Biz ilk iş Hawaii Adası olarak isimlendirilen sahilin hemen karşısındaki Sveti Nikola adasına geçtik. Sahildeki motorlar ile 3€ ücret karşılığı adaya gidiş dönüş seferleri her yarım saatte bir yapılmakta. Yüzmek için ada üzerine taşlar dökülerek küçük koylar oluşturulmuş; ama adanın arkasında turkuaz rengi sularıyla asıl plaj bulunmakta. Rüzgâr ve dalgaların aşındırarak doğal ve enfes bir görünüm verdiği kayalar üzerinden denize atlamak ise gençlerin popüler aktiviteleri arasında. Adadan dönüşte bu sefer de Balerin Kız Heykeli’nin yanındaki yoldan Mogren Plajı’na geçtik. Denizi aynı şekilde turkuaz renkli olan plajın, sahili taşlık. Plajda su sporları yapmak için de bir alan bulunmakta. Ayrıca Budva’nın hemen yan koyu olan Jaz Beach ise, açık hava konserleri ve festivalleri ile ünlü bir plaj. 2007 yılında Rolling Stones burada bir konser vermiş. Budva’daki son günümüzün de yavaş yavaş sonuna yaklaşmakta olduğumuzdan uçağa yetişmek üzere havaalanına doğru yola koyulduk. Âdetimiz olduğu üzere, bir sonraki sefere görüşmek üzere şehre uzaktan el sallayarak veda ettik.
Budva Plajları


Karadağ turumuzda biz genellikle Adriyatik Denizi’ne kıyısı olan şehirleri gezmeyi tercih ettik; ancak Kuzey’e doğru dağlar, kanyonlar, nehirler ve çeşitli doğal güzellikleri ile Karadağ keşfedilmeyi bekleyen bir cennet. Örneğin Tara Nehri’nde rafting ve vadi boyunca tırmanış yapmayı bir sonraki tura bırakmak durumunda kaldık. Karadağ’a giderken gezip görülecekler konusunda açıkçası çok da beklentimiz olmamasına rağmen; 4 günlük bu tatili dolu dolu geçirmiş olmanın hazzı gayet yüksekti. Buraları henüz görmemiş olanlarınız varsa, Karadağ’ı da seyahat listenize eklemenizi tavsiye ederim.

Not: Uplifers sitesinde, iki bölüm olarak yayınlanan yazılara 10 Kasım ve 16 Kasım tarihleri üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz. Yazıları bölüp, iki parça halinde 1 hafta ara ile paylaşmak fikri site editörlerine aittir.