11 Temmuz 2016 günü Uplifers sitesinde yayınlanan Mutluluğun Özü konu başlıklı yazımın detaylarını Uplifers üzerinden okumak için buraya tıklayabilir ya da aşağıdan takip edebilirsiniz. Zihinimizi geçmişte yaşamaktan vazgeçirerek, dikkatimizi şu âna çevirmeyi öğrenmenin önemi üzerine hazırlamış olduğum bu yazımdan tam 4 gün sonra, "gerçek mi, sahte mi?" tartışmaları eşliğinde OHAL ilan edilmesine kadar uzanan bir askeri darbe girişimi yaşadık. Aşağıdaki yazının başında bahsedilen olay ise, 28 Haziran günü Atatürk Havalimanı'nda yaşanan terör saldırısıdır.
Asırlardır süren din, dil, ırk ve toprak savaşları ile asıl amaçlanan nedir; düşünüyoruz, konuşuyoruz, tartışıyoruz; ancak hala rasyonel bir çerçeveye oturtamıyoruz... Gelecek nesillere, çocuklarımıza daha parlak, yaşanılası ve temiz bir dünya bırakmak için mi? Yaşarken daha huzurlu, barış içinde ve varlıklı bir hayat sürmek için mi? Sonuçta olan her zamanki gibi insanoğluna olacak; çünkü Dünya kendini her zaman yenilemeyi başarmış ve tarih bunun örnekleri ile dolu. Carl Sagan'ın dediği gibi evrenin büyüklüğü içinde, biz sadece soluk mavi küçük bir noktadan ibaretiz ve o nokta bildiğimiz tek yuvamız...
Kısa süre önce hepimizi yürekten
sarsan bir saldırı ile yeniden karşı karşıya kaldık. Olaylar, sevdiklerimize ne
kadar yakın olursa, üzerimizde bırakmış olduğu etki de ister istemez o kadar
derin oluyor; ancak daha da kötü koşullarda terörize edilen hayatlar yaşamak
zorunda bırakılan ülkeler ve toplulukların varlığını düşündükçe; hayat
hedeflerimiz, yaşam amaçlarımız, hayallerimiz, din sömürüsü, eğitimsizlik,
boşvermişlik gibi bir dolu olguyu yeniden sorgulamaya başlıyoruz.
Her şeyin “anlık” olduğu
gerçeğini hatırlatan, Eckhart Tolle’nin
Var Olmanın Gücü (Koridor Yayınları) isimli kitabında okumuş olduğum bir hikâyeden
yola çıkarak bu yazımı derlemeyi tercih ettim. Geçmişte yaşadıklarımızı, sadece deneyimlerimizden ders çıkarabilmek
üzere zihnimize kayıt ediyor olsaydık ve onları benliğimizin birer parçası
haline getirmeye çabalamasaydık; sizce dikkatimizi içinde bulunduğumuz âna
çevirmeyi başarabilir miydik?
Hayatlarımızda birçok duygusal anı
yaşıyoruz ve bu anılar zihinlerimizde izin verdiğimiz ölçüde yeniden karşımıza
çıkıyorlar. Hoşnutsuzluklar, kırgınlıklar, düşmanlıklar, suçluluk duyguları
benliklerimiz içinde, kimliklerimizin birer parçası halini almaya başlıyor. Olayları, zihnimizde canlı tutmak ve güçlü
hissetmek için bu düşüncelere sarılıyor ve geçmiş ile şartlanmış olan kişiliğimiz içinde zamanla, kontrolsüzce
hapsolmayı tercih eder hale geliyoruz.
İki zen rahibi olan Tanzan ve Ekido, çamurlu bir yoldan ilerlemektedirler. Havada hala şiddetli yağmur yağmaktadır. Bir sokak köşesine vardıklarında, çamurlu ve ıslak yolun kenarında mahsur kalmış, ipek kimono ve fularlar içinde genç bir kız görürler. Tanzan, tereddüt etmeden kızı kucaklar ve yolun karşı tarafına geçirir. O akşam konaklayacakları tapınağa varana kadar rahipler sessizce yol almış; bu sürede birbirleri ile hiç konuşmamışlardır. Ekido, çok sinirli ve gergin gözükmektedir. Daha fazla kendine engel olamaz ve sorar: “Biz keşişler, kadınların yanlarına yaklaşmayız; özellikle de genç ve güzel olanların. Bu çok tehlikelidir. Neden onu yolun karşı tarafına taşıdın?”
“Ben, kızı saatler önce bırakmıştım; sen hala taşıyor musun?”
Bu noktada farkında ve
aydınlanmış olanların tavsiyeleri şunlardır: “Zihinsel olarak geçmişte yaşamaktan
vazgeçerek, dikkatimizi şu âna çevirmeyi
öğrenmeliyiz. O zaman egoların hapsindeki düşünce ve duygularımız yerine;
varlığımız kimliğimiz haline gelebilir.
Sadece şu an vardır ve şu an
olması gerektiği gibidir. Olayları iyi ya da kötü olarak tanımlamadan,
kişiselleştirmeden, onlarla bütünleşerek, olanlardan etkilenmeyecek konumda olmak
esas olandır. Eğer birilerinin merhametine kalırsanız, o zaman mutlu ya da mutsuz
olacağınıza birileri karar verir.”
Binlerce yıldır mutluluğun özünü inceleyen Budist
felsefe ve pratiklerin parçası olarak ortaya çıkan yoga ve meditasyon
tekniklerine günümüzde giderek artan ilginin sebebi bu mutluluk arayışı olabilir.
Meditasyonda; bedeninizi ve zihninizi yakından gözlemlemeniz, olaylar ve
kişiler karşısında yaşadığınız hislerin yükseldiğini ve alçaldığını izlemeniz,
bu hislerin peşinden gitmenin ne kadar anlamsız olduğunu fark etmeniz
beklenmektedir.
Bizleri sürekli yorgun ve memnuniyetsiz kılan
düşünceler, geçici duygular için sarf edilen sürekli çabadır. Bu pozitif veya
negatif hislerin ikisi için de geçerlidir. Mutlu olduğumuzda bu hissin yok
olacağını düşünerek, onun kalıcı olabilmesi adına yoğun bir uğraş veririz;
sıkıntılı hissettiğimizde de tekrar mutlu olabilmeyi tadabilmek için aynı
çabayı sarf ederiz. Heyecan, neşe, kızgınlık, ümitsizlik gibi tüm hislere karşı
önce kuvvetli bir yükselme hissederiz; sonra bu hissin yavaş yavaş geçmesini
seyrederiz. Durum ve olaylara karşı şartlı olarak yaşanılan hisleri
bırakabildiğimiz takdirde ve onları olduğu gibi kabul ettiğimizde;
olabilecekler hakkında beklentiye girmek yerine içinde olduğunuz ânı
yaşayabiliriz. Geçmişte, sizi şimdide
yaşamaktan alıkoyacak hiçbir şey yaşanmadı; eğer geçmişin sizi şimdide
yaşamaktan alıkoyacak güce sahip olmasına izin vermezseniz…